2 Mart 2012 Cuma

UMUT HEPVAR ELEŞTİRİSİ 1

Burada birçok söylem düzlemleri teknik hatası var:

Marx 1850’lerin, Barthes gibiler ise ilk bilgisayarlar öncesinin söylem düzelmindedir.

Marx’ta, Malthus’çu bir tutumla, üretim hiçbir zaman tüketimi geçemez. Oysa Verhulst, matematik olarak kanıtlamıştır ki orman yangını kendini söndürebilir ve nüfus artışı kendini durdurabilir ki ikincisi zaten öyle olur. Bu durumda Verhulst nötr kalıyor. Bir de, öbür durum var:

En geç 1970’lerden başlayarak, Dünya’da bilgi üretimi, bilgi tüketimini geçmiştir. Yani, üretilen fotoğraf sayısı, tüketilen fotoğraf sayısını geçti. Bir haber fotoğraf, 1.000-10.000 kareden seçiliyor. Dünya’da 2 milyar kişide cep telefonu var, yani Dünya nüfusunun % 40’ı fotoğrafçı ve her biri yılda yüzlerce fotoğraf çekiyor ama % 30’u ümmi, yani fotoğrafların yer aldığı gazeteleri veya interneti kullanmıyorlar.

Benjamin’den başlayarak, Barthes ve diğer fotoğraf eleştirmenleri bunu hesaba katmadı. Bir de fotoğrafçıların fotoğraf seyretmediğini.

Aç insanların fotoğrafını çekmek, tok insanları yabancılaştırmaz. Adam yaşamında hiç aç kalmamış ki açlığı bilip, korkup, kendini durumdan dışarı çeksin. Ayrıca, özdeşleşerek yabancılaşma (aşkınlaşma) ve yabancılaşarak özdeşleşme var ki bunlar tiyatronun ve zihinbilimin kavramsal sorunlarıdır. İkincisi, yani yabancılaşarak özdeşleşme, küçük burjuvanın en has davranışıdır. Kapıcısına eski giysisini verdiğinde, iyilik değil, kötülük yapıyordur. Onu kendisine karşı nefret eder duruma getirir ve bütün kapıcılar emekli olunca, kapıcılık yaptıkları apartmanda bir daire alırlar.

Bilgi toplumu çağında yaşadığımızı herkes kabul ediyor. Ancak kimse söylem düzlemini değiştirmeye yanaşmıyor. Sanayileşme toplumunun kültürel çözümlemeleri artık geçersiz. Fotoğraf için de öyle. Fotoğrafın geçirdiği aşamaları, Gisele Freund ‘Fotoğraf ve Toplum’ kitabında çok güzel anlatıyor ama o da tam da dönüşümün başladığı (hani meşhur Reagan, Kohl, Thatcher, Özal liberalizmleri) zamana kadar gelip duruyor.

Kendimden örnek vereyim:

Asla ve kata kimseye sadaka vermem. Engelli bile olsa. Birincisi çok aç kaldım ve kimse bana yardım etmedi. İki, kimseyi dilenmeye alıştırmak istemem, engelli bile olsa, o bakımın sorumluluğu devlete düşer. Birinci örnek, entellektüelin ve sanatçının yeni konumuna ilişkindir: Neo-entellektüel, proleterya için kendini feda eden kişi değildir. Önce sağ kalır, sonra fotoğrafını çeker, sonra kitabını bastırır. 70’ini geçtikten sonra hala parası varsa, harcayamayacağı bölümünü istediği gibi bağışlar. Bunu yapmazsa, 1970’lerde gecekondularını yapan öğrencileri, 1980’lerde ihbar eden sınıf atlamış lümpen proleteryayı ve zenginkonduluyu kendi ellerinle yaratırsın.

Tüm bunlar da geçeli çok oldu. 2010’a merdiven dayadık. Söylem düzlemi her 10 yılda bir değişiyor. Bu dediklerim 1990’lar için geçerliydi. 2000’ler için geçerli olanları üretmekle meşgulüm, 2010’lar için ise birkaç ipucu yakalayabildim. Metinlerimde örnekler yaratmaya çabalıyorum.

Aslolan yaşam değildir, ölümdür. Onun için, ölmeden önce kendi varlığında sürekli devrim yapacaksın. Kendinde devrim yapamayan, toplumda hiç yapamaz. Benim ortalama yeni bir insan olma sürem, 6 ayda birdir. Demek ki 100’e yakın kez değişmişim. Böylelikle takvimim 1000’den 3000’e çıktı.

Özdeyiş: Fotoğrafın geleceğini düşünmeden, bugünü hakkında konuşurken, aslında hep geçmişini konuşursun. Bu tüm bilim, sanat ve düşün dalları için geçerlidir.


(10 Temmuz 2008)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder