Doğa sevgisi, tuhaf bir şey.
Herşeyden önce antropomorfik: İnsan merkezli.
Sonrasında, doğa güzel değildir; yanardağ yakar, nehir ve deniz boğar, kutup dondurur, vb. Oysa, bütün doğa fotoğraflarına bakın, gidip orada yaşamak istersiniz. Bu, tipik reklam anlayışıdır, dezenformasyondur.
Gülün dikeni nerede?
Doğruyu söylemeyen sanat, sanat sayılmaz. Sanatın işlevinin doğru değil, güzel olduğunu savunan çoktur ama güzel-doğru da vardır, güzel-yanlış ve yanlış-güzel de vardır.
Tüm fotoğrafçılar, insan figüründe olduğu gibi, doğa figüründe de negasyon gerektiren bir konumdalar.
Resim sanatı bu konuda daha doğrucuydu. Portreler çirkin olabiliyordu. (Bruegel’de güzel insan pek bulamazsınız ama tüm insan figürleri doğrudur.)
Çevrecilikte de birşeyler yanlış, ortada yine antropomorfizm var. Daha önce de türlerin çeşidinde ve popülasyonlarında, % 95’lere varan büyük yok oluşlar yaşandı. Ne oldu? Evrim oldu. İnsan da, şu anda üzerinde yaşadığı dünyayı, çevre kirliliği ve nükleer bombalar tehlikeleri nedeniyle, yaşanmaz bir yer kılarak, uzayda evrime yol açıyor, açtı da. Bu da gayet olumlu bir sonuç.
Ne yapacaktık? 4 milyar yıl aynı kalan mikroorganizmalar gibi mi olacaktık?
Yazdıklarımı antipatiklik olsun diye yazmıyorum. Güzelcilik, beni aşırı rahatsız eder. O yüzden bunları yazıyorum.
Bir sanatçıdan ve bir fotoğrafçıdan beklediğim, tarih ve evrim bilinci ve dürüstlüktür. İyiniyetli de olsa, bunlar eksik olunca o kişi, bilgi toplumunda eksi değer yaratmış oluyor.
(14 Haziran 2008)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder